Doğa, kendisinde insan için çok özel bir hediye barındırır. Derinlerinde saklar bu hediyeyi. Çünkü bilir ki insan ararken ne kadar çabalarsa o kadar fazla değeri olur bulduğunun. İnsan, var olduğundan beri doğanın bu özel ve gizemli hediyelerini aramış, bulduğunda da büyüsüne kapılmıştır. Doğanın bu hediyeleri, tarih boyunca medeniyetlerin, zaferlerin, yenilgilerin, aşkların, acıların, kavuşmaların, ayrılıkların simgesi olmuştur. Her coğrafyaya da farklı, eşsiz bir hediyesi vardır doğanın. Hindistan Yakut taşının anavatanıdır örneğin, Eski Mısır'da “tanrının gözü”dür Safir taşı. Zümrüt taşı Antik Yunan'da tanrılarla insanlar arasındaki aracıdır. Anadolu ise tarih boyunca birçok mücevhere ve kuyum ustasına ev sahipliği yapmıştır. Bu medeniyetler Anadolu'daki kıymetli taşları özenle işlemiş ve harika eserler ortaya çıkarmışlardır.
Doğanın Erzurum’a armağanı da Oltu taşı. Şehir merkezindeki tarihi Rüstem Paşa Kervansarayı’na girdiğinizde adeta gözleriniz kamaşır. O kuzguni, parlak siyah taş ne çok şekle girmiştir. Zarif kolyeler, sevginin ve sadakatin temsili yüzükler, her tanesinde inanç harlayan tespihler... Yerin metrelerce altında bulunmayı bekler bu taş, sonra tecrübeli eller tarafından özenle çıkarılır. Özü ardıç ağacının fosilidir. Bu taşı işlemenin sırrı ustadan çırağa, atadan evlatlara miras kalır. Tek kişilik atölyelerinde bu taşın sırrına ermiş olan oğullar vardır ve “usta” denir onlara artık: Oltu taşı ustası.