Onun cenneti babasının ayaklarının altında bir mezar, Neşet Ertaş… Nedendir bilinmez garip garip öten bülbül için mesele herkesi sevmek değil, kimseden nefret etmemekti. Soğuk mermerin tanıklığında “saygı, sevgi, hoşgörü” idi. İsmi gibi kendi doğru yolunda ilerleyen bu bozkırın tezenesi ve Abdalların son cephesi Ertaş, içindeki tepkisiz boşluğun haykırışıydı babasına. Günlerin getirdiği bencil yaralar Leyla’yı da getirseydi keşke ona. Saz ve söz, Neşet Ertaş için sadece bir insan etiketi. “Gözyaşım sen oldun kahirim sensin, evvelim sen oldun ahirim sensin” diye babasından öğrendiği saz dile gelirken, kaderden çalsaydı keşke Neşet de sonsuz aşk ve sadakati, bağlamayı çaldığı gibi içten. Çünkü, gönüldekini sevmenin masumiyeti, ayrılamaz dertten, kederden.
"Temiz ruhlu, saf kalplisin şöhretsin,
Hakkın vardır evlenmeye evladım.
Mevlam sana yapanları kahretsin,
Aslı bozuk alma dedim evladım.
Dokunsalar nazif tene kir gelir,
Bizden önce ceddimize ar gelir,
Köle olmak şanımıza zor gelir,
Aslı bozuk alma dedim evladım."
Muharrem Ertaş
Sürselerdi onu Leyla’dan yana, babasına karşı gelmek bu kadar koymazdı. Hiçbir suçu yok inanın bana, olsa o saz ellerinde olmazdı. Giderken Neşet Leyla’yı seviyor diye bağırdı. Hiç aklında yoktu halbuki bu gariplik. Beynine kan sıçradı. Leyla’nın zamanı mıydı şimdi? İstedikleri bu muydu? Darısı herkesin mezarının başına. Artık hayat hakkında ne yazacağını bilmiyor. Hani herkes arar sevdiğini de kavuşamayan çok olur. Dil susar da gönül konuşur. “Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor, gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?” Bozlak türünün en önemli ismi, babası Muharrem Ertaş ile aynı redifli türkü, aynı ruhun insanı, aynı yaş halkaları sazlarında.